Karikatürist Zehra Ömeroğlu’nun yeni kitabı ‘Psikoloji Karikatürleri’, Karakarga Yayınları tarafından yayımlandı. Ömeroğlu kitapta, evrene mesaj gönderme, meditasyon gibi konulara değiniyor.
12 yıldır mizah dergisi Leman’da çizen Ömeroğlu, bir karikatürü nedeniyle ‘müstehcenlik’ suçlamasıyla 6 aydan 3 yıla kadar hapis cezasıyla yargılanıyor.
Ömeroğlu’yla ‘Psikoloji Karikatürleri’ni, otosansürü ve karikatürün geleceğini konuştuk.
‘GÜLMEYEN BİR İNSANA DÖNÜŞMEKTEN ÇOK KORKTUM’
Çizmeye ne zaman başladınız? Profesyonel hayata girişiniz nasıl oldu?
Çizmeye çok küçük yaşta, ilkokulda, babamın işi dolayısıyla içinde bulunduğum çok ciddi bürokrat ortamında kendimi eylemek için başladım aslında. Babamdan ve onun çalışma arkadaşlarından takdir gördükçe ve onları eğlendirdikçe daha da istekle çizdim. Büyüklerin dünyasında kabul görmenin bir yolu gibiydi.
Profesyonel olarak çizmeye ise bu meslek için çok geç sayılabilecek bir yaşta, 26 yaşında başladım. İşletme mezunuyum aslında ve üniversiteden sonra yine bana bir hayli ciddi ve sıkıcı gelen iş ortamından kaçmak için güldüğüm şeyleri bir deftere yazmaya başladım. Doğrusunu isterseniz, orada çalışan insanların hiç gülmediğini fark ettim ve gülmeyen bir insana dönüşmekten çok korktum.
Bu şekilde defterler doldurdum ve bir gün elimde bir mizah dergisi varken -iyi bir mizah dergisi okuruydum- yazdıklarımı çizmeyi deneyeceğim dedim. Ve çocuklukta başladığım yola böylece devam ettim. Çizdiğim karikatürleri Leman’a ve Bayan Yanı’na gönderdim. İşlerim yayımlanmaya başladı. Sonrasında Leman’a, şimdi halen Beyoğlu’nda olan ofise davet ettiler ve böylece bu güne kadar, 12 yıl boyunca, hiç durmadan çizdim.
‘Psikoloji Karikatürleri’nde insanın ruhsal, gündelik problemleriyle ilgili çizimler yer alıyor. Bu çizimler nasıl ortaya çıktı?
Psikolojiye, insanların ruh hallerine, tepkilerine, kendi içlerinde olup bitenlere her zaman ilgim vardı fakat psikoloji karikatürleri fikri kendi terapi sürecimle birlikte başladı.
Ukrayna’ya Potemkin merdivenlerine gitme hayaliyle binmeye çalıştığım gemiye, ‘gemide başka hiç kadın yolcu olmaması ve bunun sorun olabileceği’ gerekçesiyle alınmadığımda artık uçağa binmeden hiçbir yere gidemeyeceğime ikna oldum ve binmek zorunda olduğumu anladım. Uçuş fobim için terapiye başladım. İlk zamanlarda uyumlanmaya çalışsam da sonra her seans benim için ayrı bir espri konusu oldu. Sanırım pek adapte olamadım. Ama bir şey beni eğlendiriyordu, terapist elindeki deftere benimle ilgili notlar aldıkça ben de o an aklıma gelen esprileri not alıyordum. Amaçlarımız uyumsuzdu yani. Böyle iki sene devam etti. Uçağa hala binemiyorum. Terapiyi çoktan bıraktım. Ama ortaya bu kitap çıktı. Sanat böyle bir şey, hiçbir şeyi boşuna yaşadığınızı düşünmüyorsunuz. O yüzden çok seviyorum. Her şey sanat süzgecinden yeterince geçirildiğinde ve demlendiğinde komik, güzel, çekici bir fikre dönüşebiliyor.
‘BENİM YÜZÜMDEN ARTIK OLUMLAMAYA ODAKLANAMADIĞINI SÖYLEYENLER OLDU’
Günlük hayatta bazen gülüp geçtiğimiz, bazen de eleştirdiğimiz evrene mesaj gönderme, meditasyon gibi birçok konuya değiniyorsunuz. Nasıl geri dönüşler oldu okurlardan?
İnsanların çaresizleştikçe, yalnızlaştıkça ‘şifalanmak’ uğruna ne kadar savunmasız hale geldiklerini ve akıl dışı olana itildiklerine tanık olduğumuz bir dönemdeyiz. Aslında bu hep böyleydi, kimi zaman din yatıştırmaya çalıştı insanın çaresizliğini kimi zaman ideoloji. Bunların artık etkisini kaybettiği yeni dönemde ise modern din formlarını sıkça görmeye başladık. Şamanizm soslu, uzak doğu ritüelleriyle harmanlanmış İslam ayinleri gibi her telden çalan bu yeni nesil inanışlar, spiritüel başlığı altında toplanıyor. E biraz da modern psikoloji serpiştirince ortaya komik görüntüler çıkması kaçınılmaz oluyor tabii. Bunun mizahın konusu olması kaçınılmaz.
‘Psikoloji Karikatürleri’nden bir önceki kitabım ‘Bitikler için Olumlamalar’da da bu spiritüel dünyaya gerçekçi birinin gözüyle bakınca ne olduğunu göstermeye çalıştım. Ben çizerken çok eğlendim. Ve aslında bu olumlama denen tuhaf ayinsel hal ile bolca uğraştığım bir kitap olmasına rağmen en çok olumlamacılar tarafından beğenildi. Bambaşka şekilde bakmaya başladığını, benim yüzümden artık olumlama veya herhangi bir mistik törene odaklanamadığını söyleyenler de oldu. Ve tabii bu işe bilimsel gözle bakan psikolog ve psikiyatristlerin, artık şarlatanlığa varan bu yeni nesil şifacılıkla biraz uğraşan bir karikatür kitabına fazlasıyla ilgi gösterdiklerini söyleyebilirim.
‘KARİKATÜR ALABİLDİĞİNE ÖZGÜR OLMALI’
Karikatür her bireysel veya toplumsal olaya yer vermeli mi, sizin karikatür tanımınız nedir? Sizce her şeyin mizahı olur mu?
Karikatür alabildiğine özgür olmalı. Dergiler bu yüzden çok güzeldi. Çünkü bir mizah dergisinde hem politik hem didaktik hem de hiçbir şeyi ciddiye almayan, tamamen gündelik hayat absürtlükleriyle ilgili espriler görebilirdiniz. Ben bu çeşitliliği çok seviyorum ve karikatürü tek bir tanıma hapsetmeyi doğru bulmuyorum. Her karikatürde mesaj kaygısı olmamalı, sadece eğlenmek için de okuyabilmeliyiz. Ve fakat elbette gündemi de karikatür üzerinden takip edebilmeliyiz. Her çizerin düşünce dünyası ve çizgisi farklı ve hepsine yer olmalı. Fakat bu söylediklerim, dergilerin kapandığı, karikatürün kendine yer bulamadığı bu yeni dönemde çok romantik kalıyor ne yazık ki.
‘ARTIK YENİ BİR SANSÜR UNSURU DAHA VAR, POLİTİK DOĞRUCULUK’
Kendinize otosansür uyguladığınız oluyor mu?
Bu soru beni biraz üzüyor çünkü ben Leman’da yayımlanmış bir karikatürden açılmış davam olsa bile karikatürlerimi çizerken baskıdan etkilenmediğimi ve özgür olmaya devam ettiğimi sanıyordum. Ta ki arşivi kurcalayana kadar. Yıllar içinde, son derece sinsi bir şekilde çizdiklerimi kısıtlamaya ve törpülemeye başladığımı ancak eski karikatürlerime bakınca fark edebildim. Baskının ne kadar sinsi ve yavaş yavaş insanı ele geçiren bir şey olduğunu o zaman anladım.
Çizerken zihnimi özgür bırakmaya çalışıyorum ama şu politik iklimde çok zor. Devlet zaten hemen sizi davaya maruz bırakıyor, ben üç buçuk senedir müstehcenlikten yargılanıyorum. Devleti tanıyoruz artık, hep aynı argümanlar. Fakat artık yeni bir sansür unsuru daha var. Politik doğruculuk. Mizaha vurulmuş en büyük darbelerden biri ifade özgürlüğüne ket vuran bu ahlak bekçiliği furyası olabilir. Herkesi memnun etmeye çalışırsanız kalem oynatamazsınız.
Türkiye’de ve dünyada çizimin, karikatürün geleceğini nasıl görüyorsunuz?
Ben hem yurt dışına hem de Türkiye’ye çizen bir karikatürist olarak, değişen medya araçlarına bağlı olarak ifade şekillerinin farklılaşmasına ve karikatürün artık kendine daha az yer bulmasına tanıklık ediyorum ne yazık ki. Fakat Türkiye’de bunun dışında başka bir durum var. Kültür sanat üretimini küçük görme, son yıllarda hepimizin maruz kaldığı bayağılaşma, baskı, sansür derken inanılmaz kısırlaşan bir karikatür üretimi var. Fransız televizyon kanalı France 24’te bir haber programına karikatür çiziyorum ve Macron’la ilgili çok sert bir karikatürümü, Macron’u savunmalarına rağmen, “İşte bakın farklı görüşlerden çizerlerin bakış açıları” diyerek yayınlamışlardı, “Aa gerçekten olabiliyor muymuş böyle bir şey?” dedim. İnanılmaz şaşırdığımı hatırlıyorum. Türkiye’de olsa dava kaçınılmaz. İş hayatınız biter, öyle bir yer burası. Ama işte insan en iyi kendi kültürünü, özümsediği yerin mizahını algılayabiliyor ve üretebiliyor. Katlanıyoruz ama bedeli ağır oluyor.
Okurlara ve çizerlere bir tavsiyeniz var mı?
Düşünmekten, zihnimizi özgürleştirmekten korkmayalım. Bunu hem okuyan hem de çizen için söylüyorum. Hayat zaten yeterince zor ve tatsız, bütün bu kasvetin içinde kendimize özgür olabileceğimiz bir düşünce dünyası, bir oyun alanı yaratmak zorundayız. Mizah bunu bize sağlıyor, özgürce düşünmekten kaçmadığımız, doğruculuğa kurban etmediğimiz sürece.